Uzmanlık Tez Koleksiyonu
https://hdl.handle.net/20.500.12712/23736
2024-03-28T08:16:12ZOligoastenoteratozoospermili subfertil olgularda fiziksel aktivite ve antioksidan gıda desteğinin seminal antioksidan kapasite, sperm dna fragmantasyon indeksi ve dna kromatin niteliği üzerine etkileri
https://hdl.handle.net/20.500.12712/34430
Oligoastenoteratozoospermili subfertil olgularda fiziksel aktivite ve antioksidan gıda desteğinin seminal antioksidan kapasite, sperm dna fragmantasyon indeksi ve dna kromatin niteliği üzerine etkileri
Şengül, Mesut
Amaç: Bilinen ve bilinmeyen birçok faktöre bağlı artmış reaktif oksijen türleri (ROS) spermatogenez ve sperm olgunlaşmasını etkileyerek erkek kısırlığına yol açmaktadır. Bu çalışmada idiyoptik subfertil olgularda egzersiz ve antioksidan gıda desteğinin seminal antioksidan kapasite, sperm DNA fragmantasyon indeksi, sperm kromatin niteliği ve sperm parametrelerine etkisi araştırılması amaçlanmıştır. Olgular ve Yöntem: Çalışma, Mart-Kasım 2021 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görülen idiyopatik oligoastenoteratozospermili subfertil erkekleri kapsadı. Tüm olgulara üç ay süreyle haftada 3-4 gün, en az 45 dakika (haftalık toplam en az 150 dk-600 MET) orta şiddette fiziksel aktivite önerildi. Toplam 48 olgu tam (basit) randomizasyon ile iki gruba ayrıldı. Birinci gruba (grup 1) günlük 2000 mg L-karnitin, 2000 mg fruktoz, 932 mg asetil L-karnitin, 225 mg vitamin C, 115 mg sitrik asit, 50 mg koenzim Q10, 14 mg çinko, 115 µg selenyum, 3750 µg vitamin B12, 500 µg folik asit içeren gıda desteği önerilirken, ikinci gruba (grup 2) antioksidan gıda desteği verilmedi. Tedavi öncesi ve sonrası semen analizi, hormonal değerlendirme, IPAQ anket formu ile fiziksel aktivite, Troloks eşdeğeri antioksidan kapasite (TEAC) ile seminal antioksidan kapasite, TUNEL yöntemi ile DNA fragmantasyon indeksi ve anilin mavisi boyaması ile sperm kromatin yapısı ölçüldü. İstatistiksel analiz Mann Whitney U ve Wilcoxon testler ile yapıldı Bulgular: Grup1 ve 2’ nin sırasıyla ortalama yaşları 33,54±3,6 ve 32,8±6,8, VKI 28,1±5,4 ve 28,3±3,5, 0. ay fiziksel aktivite değerleri 435,25±304,2 ve 498,12±353,4’dü. Değerler arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). Tedavi sonrası grupların TAC değerleri arasında istatistiksel fark yoktu (p=0,972). Antioksidan tedavi verilen olguların SDF indeksi (p=0,003) ve histon/protamin oranı (<0,001) önemli oranda azalırken, grup 2 deki azalma istatistiksel olarak önemli değildi. Sonuç : İdiyopatik OAT’lı olgularda antioksidan tedavi DFİ ve histon/protamin oranlarında anlamlı iyileşmeler sağlamaktadır.; Aim: Approximately 30% of the factors that cause male infertility are due to idiopathic causes. Increased reactive oxygen species (ROS) due to many known and unknown factors cause male infertility by affecting spermatogenesis and sperm maturation. In this study, the effects of physical activity and antioxidant food supplementation on seminal antioxidant capacity, sperm DNA fragmentation index, sperm chromatin quality and sperm parameters were investigated in infertile cases. Material and Method: The study included subfertile men with idiopathic oligoasthenoteratozospermia seen at Ondokuz Mayıs University Faculty of Medicine between March 2021 and November 2021. All subjects were recommended to do moderate physical activity for at least 45 minutes (at least 150 minutes-600 METs per week) 3-4 days a week for three months. A total of 48 cases were divided into two groups by computer-assisted (www.randomizer.org) complete (simple) randomization. In the first group (Group 1), 2000 mg L-carnitine, 2000 mg fructose, 932 mg acetyl L-carnitine, 225 mg vitamin C, 115 mg citric acid, 50 mg coenzyme Q10, 14 mg zinc, 115 µg selenium, 3750 µg Food supplement containing vitamin B12 and 500 µg folic acid was recommended as one sachet in the morning and evening, while antioxidant food supplement was not given to the second group (group 2). Before and after treatment, semen parameters, Hormone analyzes with ELISA method, physical activity evaluation with IPAQ questionnaire, seminal antioxidant capacity with Trolox equivalent antioxidant capacity (TEAC) measurement method, DNA fragmentation index with TUNEL method. and sperm chromatin structure was evaluated by aniline blue staining. Student's t test was used for the variables showing normal distribution in independent groups, and Mann Whitney U test was used for the variables that did not fit the normal distribution. Paired t test was used for the variables showing normal distribution in the VI dependent groups, and Wilcoxon test was used for the variables that were found not to fit the normal distribution. Results: The mean age of the groups, BMI and physical activity values there was no difference (p>0.05). There was no statistical difference between the TAC values of the post-treatment groups (p=0.972). While the SDF index (p=0.003) and histone/protamine ratio (<0.001) were significantly decreased in the subjects given antioxidant treatment, the decrease in group 2 was not statistically significant. Conclusion: Antioxidant therapy provides significant improvements in DFI and histone/protamine ratios in patients with idiopathic OAT.
Tam Metin / Tez
2022-01-01T00:00:00ZMedikal tedaviye yanıtsız benign prostatik obstrüksiyon ve aşırı aktif mesane tanılı hastalarda aynı seansta turp ve intravezikal onabotulinumtoksin enjeksiyonunun etkinliği ve güvenilirliği
https://hdl.handle.net/20.500.12712/34414
Medikal tedaviye yanıtsız benign prostatik obstrüksiyon ve aşırı aktif mesane tanılı hastalarda aynı seansta turp ve intravezikal onabotulinumtoksin enjeksiyonunun etkinliği ve güvenilirliği
İsmayilov, Elvin
Amaç: Benign prostat hiperplazisi (BPH) histopatolojik olarak epitelyal ve stromal hücrelerin prostatın periüretral kısmında çoğalmasıyla karakterizedir. Üriner sistem semptomlarına sahip erkek hastalarda BPH’a bağlı oluşan mesane çıkış obstrüksiyonuna (BPH’a ve ya obstrüksiyona) sekonder Detrusör Aşırı Aktivitesi eşlik edebilir. Bu çalışmada Medikal tedaviye yanıtsız benign prostatik obstrüksiyon ve AAM semptomları olan hastalara aynı seansda yapılan transüretral prostat rezeksiyonu ve intravezikal botulinumtoksinin etkinliğini ve güvenirliğini değerlendirmeği ve antimuskarinik kullanan hasta grubu ile karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinde Mayıs 2014 ve Aralık 2021 tarihleri arasında benign prostat hiperplazisine bağlı inkontinansı olan ve TUR-P veya TUR-P ile eşzamanlı intravezikal botulinumtoksin enjeksiyonu yapılan 68 hasta çalışmaya alındı ve retrospektif olarak verileri çıkarıldı. Hastalar botulinumtoksin ve antimuskarinik gruplarına ayrıldı. Botulinumtoksin grubundaki hastalara aynı seansda TURP ve mesaneye Onabotulinumtoksin enjeksiyonu yapıldı. Antimuskarinik grubundaki hastalara sadece TURP yapıldı ardından antimuskarinik kullanımı inkontinans varlığına göre devam edildi. Bütün hastalar cerrahi öncesi anamnez, parmakla rektal muayene bulguları, ayrıntılı fizik muayene (FM), üroflowmetri, rezidüel idrar ölçümü, serum PSA, tam idrar tahlili, idrar kültürü, tam kan sayımı, biyokimya (kreatinin, elektrolit vb.) ve koagülasyon testleri ile değerlendirildi. Preoperatif dönemdeki sıkışma atak sayısı, sıkışma inkontinans sayısı, nokturi sayısı ve günlük idrara çıkma sayısı ve işeme günlüğü kaydedildi. Hastaların IPSS, Aşırı Aktif Mesane Değerlendirme Formu (OAB-V8), inkontinans yaşam kalitesi skorlamalası, ICIQ_SF sorgulama formları dolduruldu. Postoperatif dönemde 3,6. ve 9. aydaki hasta vizitlerinde doldurulan IPSS, ICIQ_SF, inkontinans yaşam kalitesi skorlaması (SEAPİ), OAB-V8, üroflowmetri, rezidüel iv idrar ölçümü, sıkışma atak sayısı, sıkışma inkontinans sayısı, nokturi sayısı, günlük idrara çıkma sayısı ve işeme günlüğü kaydedildi. Bulgular: Kliniğimizde Mayıs 2014 ve Aralık 2021 tarihleri arasında Benign Prostat Hiperplazisi ve Aşırı Aktif Mesane nedeniyle TURP+Botulinumtoksin enjeksiyonu(30 hasta), ve yalnızca TURP (38 hasta) yapılarak postoperatif dönemde antimuskarinik ilaç tedavisi devam/bırakan toplam 68 hastanın sonuçları retrospektif olarak taranarak değerlendirildi. Her iki grubun ayrı-ayrılıkta preoperatif ve postoperatif 3,6 ve 9 ay değerlerini karşılaştırdığımızda nokturi, idrar sıklığı, sıkışma atak sayısı, sıkışma inkontinanas atak sayısı, sorgulama formları skorlarında, Qmax, PVR değerlerinde anlamlı iyileşme olduğu görülmüştür (Tablo2) (Tablo 3). Ancak 2 grup arasında düşme değerlerini kıyasladığımzda botulinumtoksin grubunda düşüşün daha anlamlı olduğu görüldü. Postoperatif 3. ay sıkısma atak sayılarında (p=0.011),postoperatif 3.ay sıkışma inkontinans sayılarında(p =0.013) ve postoperatif 6.ay sıkışma inkontinans sayılarında (p=0.013) düşüşün botulinumtoksin grubunda daha anlamlı oldugu görüldü. Postoperatif 3.ayda QOL (p=0.042) ve ICIQSF (p=0.023) sorgulama değerlerinde de preoperatif değerleri ile karşılaştırıldığında botulinumtoksin grubunda düşüşün daha anlamlı olduğü saptandı. Sonuç: Medikal tedaviye yanıtsız inkontinanası olan BPH hastalarında TUR-P’ye eşzamanlı olarak yapılan intravezikal botulinumtoksin etkin ve güvenli bir yöntem olmakla birlikte antimuskarinik tedavi alan hastalarla karşılaştırıldığında 3. ve 6. ayda üriner inkontinans ataklarının botulinumtoksin grubunda istatistiksel anlamlı olarak daha fazla azaldığı, sıkışma ataklarının, hayat kalitesinin ve ICIQ skorunun daha anlamlı düzeldiği görülmektedir.; Aim: : Benign prostatic hyperplasia (BPH) is a non-malignant enlargement of the prostate histologically characterized by an increase in stromal and epithelial cells in the periurethral area. In male patients with urinary system symptoms, bladder outlet obstruction due to BPH may be accompanied by secondary detrusor overactivity. In this study, we aimed to evaluate the efficacy and safety of transurethral prostate resection and intravesical botulinum toxin performed in the same session in patients with benign prostatic obstruction and AAM symptoms resistant to medical treatment and compare patients with using antimuscarinic after TUR-P. Material and Method: In this study, 68 patients who had BPH and urgency incontinence non-responders to medical treatment at Ondokuz Mayıs University Faculty of Medicine between May 2014 and December 2021 and who were administered concurrent intravesical botulinumtoxin injection with TUR-P or TUR-P alone were included in the study and their data were obtained retrospectively. Patients were divided into botulinumtoxin and antimuscarinic groups. Patients in the botulinumtoxin group undewent TURP and intravesical onabotulinumtoxin injections in the same session. Antimuscarinic group undewent TUR-P alone then use of antimuscarinics was continued according to the presence of incontinence. The number of urgency episodes, urge incontinence, nocturia, freguency and voiding diary were recorded in the preoperative period. The IPSS, Overactive Bladder Evaluation Form (OAB-V8), incontinence quality of life scoring, ICIQ_SF questionnaires forms of the patients were filled out. IPSS, ICIQ_SF, incontinence quality of life scoring (SEAPI), OAB-V8, uroflowmetry, residual urine measurement, number of urge attacks, number of urge incontinence, number of nocturia, daily urination and voiding diary were recorded in patient visits at 3, 6 and 9 months in the postoperative period. vi Results: 30 patients in botulinumtoxin and 38 patients in antimuscarinics group were enrrolled the study. When we compared the preoperative and postoperative 3.6 and 9 months values of both groups separately, it was observed that there was a significant improvement in nocturia, urinary frequency, number of urgency attacks, number of urge incontinence attacks, questioning forms scores, Qmax, PVR values (Table 2) (Table 3). However, when we compared the decrease of urgency and urinary incontinance episodes per day between the two groups, it was seen that the decrease was more significant in the botulinumtoxin group. It was observed that the decrease in the number of urgency attacks (p=0.011) at the postoperative 3rd month, the number of urge incontinence at the postoperative 3rd month (p = 0.013) and the number of urge incontinence at the postoperative 6th month (p=0.013) were more significant decrased in the botulinumtoxin group. When the improvement of QOL (p=0.042) and ICIQ-SF (p=0.023) at the postoperative 3rd month were compared with the preoperative values, statistically significant improvement was seen in botulinumtoxin group whan compared antimuscarinic group. Conclusion: Although intravesical botulinumtoxin injection simultaneously with TUR-P is an effective and safe method in BPH patients with incontinence unresponsive to medical treatment, urinary incontinence attacks in the botulinumtoxin group were statistically significantly reduced in the 3rd and 6th months compared to the patients receiving antimuscarinic therapy and also urgency attacks, quality of life, ICIQ score improved more significantly in botulinumtoxin group.
Tam Metin / Tez
2022-01-01T00:00:00ZYapışık perinefrik yağın laparoskopik parsiyel nefrektomiye etkisi
https://hdl.handle.net/20.500.12712/33892
Yapışık perinefrik yağın laparoskopik parsiyel nefrektomiye etkisi
Gülşen, Murat
Amaç: Günümüzde böbrek tümörlerinde, klinik T1 ve teknik olarak uygun T2 tümörler için kılavuzlarda yüksek kanıt düzeyi ve öneri derecesi ile önerilen ilk tedavi modalitesi nefron koruyucu cerrahidir. Parsiyel nefrektomi karmaşıklığını ve komplikasyon olasılığını tahmin edebilecek ilgili anatomik bulguları ölçmek için R.E.N.A.L. nefrometri skoru, PADUA skoru ve C indeksi gibi renal nefrometri skorlama sistemlerini kullanılır. Bu sistemler çoğunlukla kitlenin anatomik yerleşimi ile ilgili parametreleri göz önüne alarak değerlendirme yaparken hastaya ait özelliklerden olan yapışık perirenal yağ varlığını değerlendirmeye almazlar. Toksik yağ olarak da adlandırılan bu durum, inflamatuar yağlı dokunun böbrek ve tümöre yapışması ile böbreğin mobilizasyonunu ve tümörünün izolasyonunu zorlaştırarak parsiyel nefrektomide perioperatif morbiditeyi arttırması ile karakterizedir. Yapışık yağlı doku varlığının öngörülmesi amacıyla Davidiuk ve arkadaşları 2014 yılında "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru olarak adlandırılan kantitatif bir skorlama sistemi geliştirdiler. Operasyon sırasında toksik yağın en güçlü prediktörü olduğunu gösteren birçok çalışma ile bu skorlama sistemi ürolojide giderek günlük pratikte daha çok kullanılır hale gelmiştir. Çalışmamızda "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru ve preoperatif faktörler ile toksik yağ ilişkisinin incelenmesi ve intraoperatif ultrason kullanımının bu durumlarda operasyon aşamalarının süre ve komplikasyonlarına etkisi değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Ekim 2010 ile Eylül 2020 tarihleri arasında laparoskopik parsiyel nefrektomi gerçekleştirilen 517 hastadan intraoperatif ameliyat görüntüleri ile preoperatif radyolojik imajları elde edilen, en az 1 yıllık takipleri yapılan 335 renal ünite çalışmaya dahil edildi. Bir radyoloji uzmanı tarafından tüm hastaların "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru perioperatif verilerden ayrı kör olarak hesaplandı. Olgular yağ özellikleri, "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru ve intraoperatif laparoskopik ultrasonografinin kullanımına göre ayrı ayrı değerlendirildi. Yağ dokusunun yapışıklığına bu konuda tecrübeli bir cerrah ile operasyon kayıtları izlenerek peritümöral yağ dokusunun makroskopik görüntüsü göz önüne alınarak "iyi" veya "kötü" şeklinde subjektif olarak karar verildi. Ayrıca operasyon aşamaları kayıtlar izlenerek, vasküler diseksiyon ile peritümöral yağlı doku diseksiyon süresi ve eksizyon ile sıcak iskemi süresi olarak not edildi. Bulgular: İyi ve kötü yağ sırasıyla 242 (%72,2) ve 93 (%27,7) olguda izlendi. Erkek (n=79 (%84,9), p<0,001) ve daha ileri yaşlı hastalarda kötü yağın daha sık olduğu izlendi (60,7 yıla karşı 55,1 yıl, p<0,001). Kötü yağa sahip olgularda kronik böbrek hastalığı evresi 3 ve 4 olanların daha fazla olduğu izlendi (%6,6'ya karşı %19,4, p<0,001). Kötü yağa sahip hastalardaki ekzofitik kitle oranının iyi yağ grubundan fazla olduğu görüldü (%80,6'ya karşı %61,2, p=0,003). Operatif sonuçlarda kötü yağ grubunda vasküler ve perirenal yağ diseksiyon süresi daha uzun izlenirken (p<0,001) kitle eksizyonu ve sıcak iskemi süresinin değişmediği görüldü (p<0,05). Perioperatif komplikasyon oranları arasında fark izlenmez iken trifekta ve pentafekta sonuçlarında istatistiksel fark izlenmedi (p>0,05). Multivariate regresyon analiz sonucunda erkek cinsiyet, preoperatif kronik böbrek hastalığı evresinin 3-4 olması, posterior perirenal yağ kalınlığı ve radyolojik yağ yoğunluğunun toksik yağı öngörmede güçlü parametreler olduğu bulundu (p<0,001). "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru için eğri altında kalan alan 0,857 olarak elde edilirken (p<0,001), 1,5 kestirim değeri için duyarlılık %80,7 ve özgüllük %74,1 olarak elde edilmiştir. "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skorunun operasyon aşamaları ile ilişkisi incelendiğinde, en fazla korelasyonun perirenal yağlı doku diseksiyonu ile olduğu tespit edildi (r=0,454, p<0,001). İyi yağ grubunda intraoperatif ultrason kullanımı ile perioperatif sonuçlar arasında fark izlenmezken, kötü yağ grubunda perirenal yağ diseksiyonu (p=0,014) ile kitle eksizyonu (p=0,050) ve toplam ameliyat süresinin (p=0,005) ultrason kullanılmayan grupta istatistiksel olarak daha uzun olduğu görüldü. "Mayo Yapışkanlık Olasılığı" skoru yüksek olan grupta da (4-5) benzer şekilde perirenal yağ diseksiyon süresinin ultrason kullanılmayan grupta daha uzun olduğu bulundu (15 dk'ya karşı 19 dk, p=0,029). Sonuç : Toksik yağ varlığı parsiyel nefrektomiyi zorlaştıran ciddi bir faktör olarak karşımıza çıkmakta ve yapışık yağın belli klinik ve radyolojik faktörler ile öngörülerek preoperatif planlama aşamasında intraoperatif ultrason gibi uygun cihazların temini ile radikal cerrahi için bir endikasyon olarak görülmesindense üstesinden gelinebilecek problem olarak görülmesi gerektiğini düşünüyoruz.; Aim: Nowadays, nephron-sparing surgery is the first treatment modality recommended in the guidelines for clinical T1 and technically feasible T2 tumors, with a high level of evidence and degree of recommendation. Renal nephrometry scoring systems such as the RENAL, PADUA, and C index are used to assess the related anatomical findings that can predict the complexity and risk of complications of partial nephrectomy. The presence of adherent perirenal fat, which is one of the features of the patient, is often not measured by these systems, taking into account the parameters related to the anatomical location of the mass. This condition also referred to as toxic fat, is characterized by the adhesion of inflammatory fatty tissue to the kidney and the tumor, making it difficult for the kidney to mobilize and isolate the tumor, increasing perioperative morbidity during partial nephrectomy. Davidiuk and colleagues developed a quantitative scoring system in 2014 called the "Mayo Adhesive Probability" score to predict presence of adherent perinephric fat. In daily urology practice, this scoring system has become increasingly used, with many studies showing that toxic fat is the strongest predictor during operation. We assessed the relationship between "Mayo Adhesive Probability" score, preoperative factors, and toxic fat, and the effect of intraoperative ultrasound use on the duration and complications of the stages of operation in our study. Material and Method: The study included 335 renal units with intraoperative surgical records and preoperative radiological images collected from 517 patients who underwent partial laparoscopic nephrectomy from October 2010 to September 2020 and were followed for at least 1 year. The "Mayo Adhesive Probability" score of all patients was calculated by a radiologist, blinded from the perioperative data. The cases were analyzed separately on the basis of their fat properties, the "Mayo Adhesive Probability" score, and the use of laparoscopic intraoperative ultrasound. By considering the macroscopic appearance of the adipose tissue analyzing the operation records with a surgeon experienced in partial nephrectomy, adherent perinephric fat was subjectively defined as "good" or "bad". Moreover, the steps of the procedure were documented as the length of dissection of perirenal fatty tissue, vascular dissection, warm ischemia time, and excision. Results: Good and bad fat were observed in 242 (72.2%) and 93 (27.7%) cases, respectively. It was observed that bad fat was more common in male (n = 79 (84.9%), p <0.001) and older patients (60.7 years versus 55.1 years, p <0.001). Cases with bad fat were found to have more chronic stage 3 and 4 kidney disease (6.6 % versus 19.4 %, p <0.001). In patients with bad fat, the exophytic mass rate was found to be greater than that of the good fat group (80.6 % versus 61.2 %, p = 0.003). In the operative results, the duration of mass excision and warm ischemia did not alter (p<0.05) while vascular and perirenal fat dissection time was longer in the bad fat group (p<0.001). Although there was no difference in perioperative complication rates, the outcomes of trifecta and pentafecta were not statistically different (p>0.05). Male gender, preoperative chronic kidney disease stage 3-4, posterior perirenal fat thickness, and radiological fat density were found to be powerful parameters in predicting toxic fat (p<0.001) as a result of multivariate regression analysis. Even though the area under the curve was 0.857 (p <0.001) for the "Mayo Adhesion Probability" result, the sensitivity was 80.7 percent and the specificity was 74.1 percent for the cut-off value of 1.5. When the relationship between the "Mayo Adhesion Probability" score and the steps of operation was analyzed, it was found that perirenal fat tissue dissection was the most related (r = 0.454, p <0.001). Although there was no difference in the use of intraoperative ultrasound and perioperative results in the good fat group, perirenal fat dissection (p = 0.014), mass excision (p = 0.050) and overall operation time (p = 0.005) were statistically longer in the bad fat non-ultrasound group. Similarly, in the group with a high 'Mayo Adhesive Probability' score (4-5), perirenal fat dissection time was found to be longer in the group without ultrasound (15 min versus 19 min, p = 0.029). Conclusion: The presence of toxic fat emerges as a serious factor that makes it difficult for partial nephrectomy, and we believe that adherent fat should not be seen as an indication for radical surgery and should be seen as a challenge that can be handled by providing appropriate devices such as intraoperative ultrasound at the preoperative planning stage by predicting certain clinical and radiological factors.
2021-01-01T00:00:00ZKronik bakteriyel prostatit tedavisinde transüretral insizyon / İbrahim Çelik.
https://hdl.handle.net/20.500.12712/32996
Kronik bakteriyel prostatit tedavisinde transüretral insizyon / İbrahim Çelik.
Çelik, İbrahim
Çalışmamızda 1986 Ocak ayı ile 1986 Aralık ayı arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 20 kronik bakteriyel prostatitli hastada , bir antibakteriyel eşliğinde prostata yapılan transüretral insizyonun tedavideki etkinliği araştırılmıştır . Elde edilen veriler incelenerek kaynakların ışığı altında tartışılmış ve bir sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır.
Tez (tıpta uzmanlık) -- Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 1987; Libra Kayıt No: 6579
1987-01-01T00:00:00Z